Allah yalan söyleyebilir mi, Allah yaratılmışlara benzemez, Allah zulüm ve haksızlık yapabilir mi, Allah'ın isimleri, Allah'ın sıfatları, Bâtınilik, büyük günah işleyen kişinin imanı gider mi, cevher, cisim, Eşarilik, Evren ezeli mi, hades hudus, Haricilik, İbahiye mubahçılık, ilahiyat, İlmi Kelam, İtikadi İslam mezhepleri, Kelam İlmi, Kelam İlminde caiz vacip mümkin muhal ne demektir, mahşer günü şefaat var mıdır, Maturidi mezhebi, Maturidilik, mucize nedir, Mukannaiyye, Mutezile, müminlerin cehenneme gitmesi kâfirlerin cennete gitmesi aklen mümkün müdür, Müşebbihe teşbihçiler benzeticiler, peygamber gerekli midir, peygamberliğin kanıtı nedir, peygamberlik aklen mümkün müdür
[UYGULAMAG YAZISI] MATURIDILIKMATURİDİ MEZHEBİYE KISA BİR BAKIŞ
BAŞLANGIÇ
İLÂHİYYÂT BAHİSLERİ
NÜBÜVVET BAHİSLERİ
İMAN MAHİYETİ, BAZI SEM’İYYÂT BAHİSLERİ
ISTILAHLAR
BAŞLANGIÇ
Mâturidî mezhebi, îtikâdî (inançsal) İslam mezhebleriden ér.
Mâturidî mezhebiye köre, Allah’ıŋ sıfatlar, monca ér:
- Vücud (var), Kıdem (ezelî, başlangıçsız), Beka (ebedî, sonlanmaz), Vahdaniyet (bir, tek), Havadise Muhalefet (başka varlıklardan farklı), Kıyam Bizatihi (kendi kendiye var ér, başka varlıklara muhtaç émez).
- Hayat (tirilik), İlim (bilmeg), Semi (işitmeg), İrade (karar, seçebilmeg), Kudret (küç, kuvvet), Kelam (söz, söylem), Tekvin (yaratmag).
Allah’ıŋ “isimler” de var; “Rahman, Rahim, Rezzak, Rab, Azîz, Gaffar, Hak” kibi.
# Çeşitli kaynaklardan kontrol et ve ayrıntıların araştır. Kib bak:
• Ömer Nasuhi Bilmen, İslam İlmihali; “İman’da Ehli Sünnet İmamları”, “Yüce Allah’a ve O’nun Sıfatlarına İman” bölümleri.
• Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm Dersleri.
• Diyanet İlmihali; ilgili bölümler.
• tdvislamansiklopedisi.org; ilgili maddeler.
• Ve başka kaynaklar.
— Konuk Yazar 2 —
ALINTI:
İstanbul Ağzı Biçimi |
Yalınsıg Cümleli Olarak; İstanbul Ağzı Biçimi |
İLÂHİYYÂT BAHİSLERİ | İLÂHİYYÂT KONULARI |
Yaratılmışlık Belirtilerinden Allah’ın Tenzîhi | Yaratılmışlık Belirtilerinden Allah’ın Tenzîhi |
Kâinatın yaratıcısının cisim, cevher veya araz olması, suret ve şekil taşıması, bir yönde veya bir yerde bulunması muhaldir. | Evren’in Yaratıcısı için, şunlar muhaldir; cisim, cevher veya araz olmak, sûret ve şekil taşımak, bir yönde veya bir yerde bulunmak. |
Yahudiler, müfrit Râfizîler, Müşebbihe ve Kerrâmiyye Allah’ın cisim olduğunu iddia etmiştir. | Yahudiler, müfrit Râfizîler, Müşebbihe, Kerrâmiyye; şunu iddia etmiştir; «Allah, cisimdir.» |
Hişâm b. el-Hakem [7] onu suretle vasıflandırıyordu. |
Hişâm b. el-Hakem [7], onu sûretle vasıflandırıyordu. [Hişâm b. el-Hakem, şunu iddia ediyordu; “O’nun belli bir şekli var”.] |
[7] Hişâm b. el-Hakem. Ebû Muhammed, Kûfelidir. Kelâmcılığı ve münâzaracılıgı ile tanınmıştır. Devrinde İmamiyyenin reisi sayılırdı. 190h./805m. yıllarında vefat etmiştir (el-A’lâm, 9/82). | [7] Hişâm b. el-Hakem. Ebû Muhammed. Kûfelidir. Kelâmcılığı ve münâzaracılıgı ile tanınmıştır. Devrinde, İmamiyye’nin reisi sayılırdı. Hicrî 190 (Mîlâdî 805) yılında vefat etmiştir (el-A’lâm, 9/82). |
Müşebbihe ile Kerrâmiyye onun Arş üzerinde mekân tuttuğunu ileri sürmüştür. | Müşebbihe ile Kerrâmiyye, şunu ileri sürmüştür; «O, Arş üzerinde mekân tutar.» |
Bazıları «o, mekân tutma mânasında olmaksızın Arş üzerindedir» diyerek onun için üst yön kabul etmiştir. | Bazıları şöyle demiştir; «O, mekân tutmak mânasında olmaksızın Arş üzerindedir». Böyle diyerek, O’nun için üst yön kabul etmişlerdir. |
Neccâriyye «O, zâtı ile her mekândadır», Mu’tezile de «zatı ile değil, ilmi ile her mekândadır» demiştir. | Neccâriyye, şöyle demiştir; «O, zâtı ile her mekândadır». Mu’tezile de şöyle demiştir; «Zâtı ile değil, ilmi ile her mekândadır». |
Bu görüşlerin hepsi de yanlıştır, zira bunlarda yaratılmışlık belirtileri mevcûddur. | Bu görüşlerin hepsi de yanlıştır. Çünkü bunlarda, yaratılmışlık belirtileri vardır. [Çünkü bu özellikler, yaratılmış olmak belirtileridir. Fakat Allah, yaratılmış değildir.] |
Hâlbuki Allah bu nevi, belirtilerden münezzehtir. | Fakat Allah, bu nevi belirtilerden münezzehtir. |
Şöyle ki cisim (cevherlerden) teşekkül etmiştir, her birleşik şeyin parçalarına ayrılması mümkündür. | Konunun açıklaması şöyledir: Cisim, (cevherlerden) teşekkül etmiştir. [“Cisim”, cevherler birleşimidir.] Her birleşik şey, parçalarına ayrılabilir; bu mümkündür. |
Yine cisim belirli bir hacma sâhibdir. | Ayrıca, cisim, (belirli bir anda) belirli bir hacme sâhiptir. |
Onun, taşıdığı bu hacımdan daha küçük veya daha büyük olması da mümkündür. | Fakat şu mümkündür; bir cisim, (belirli bir anda) taşıdığı hacimden, daha küçük veya daha büyük de olabilirdi. |
O halde sâhibolduğu hacımda karar kılması ancak bir tahsis edicinin ona bu hacmi vermesiyle mümkün olmuştur. | O halde, (bir cisim), sâhip olduğu hacimde karar kılmışsa, bu ancak şöyle mümkün olmuştur; bir tahsis edici, ona bu hacmi vermiştir. (*) |
Varlıkların taşıyabileceği şekiller (suretler) de muhteliftir. | Varlıkların taşıyabileceği şekiller (sûretler) de muhteliftir. [Varlıklar, muhtelif şekiller (sûretler) taşıyabilir.] |
Allah taâlânın bütün bu şekillere bürünmesi muhaldir; bir kısmının ona tahsis edilmesi ise ancak bir tahsis edici ile mümkündür. […] | Allah taâlâ, bütün bu şekillere bürünmez; bürünmesi muhaldir. Bu şekillerden bir kısmı, O’na tahsis edilmiş olsaydı; bu tahsis de ancak bir tahsis edici ile mümkün olurdu. [Fakat, Evren’in yaratıcısını tahsis edebilecek bir şeyin var olması, mümkün değildir.] […] |
|
|
Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüridiyye Akaidi. Tercüme eden: Bekir Topaloğlu. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. |
Yalınsıg Cümleli Olarak; İstanbul Ağzı Biçimi: — Konuk Yazar 2 — |
“Mâtürîdiyye Akaidi adı altında istifadeye sunduğumuz eser, Hanefiyye ve Mâtürîdiyye âlimlerinden Buhârâlı Nûreddin es-Sâbûnî’nin (ölm. 580/1184) «el-Bidâye fî usûli'd-din» isimli kitabıdır.” - Bekir Topaloğlu.
(*) Konuk Yazar 2’yiŋ Not:
# Fırından, ince-uzun bir ekmek aldı sän, tiyelim. Mun ekmeke mun şekilin, fırıncı vermiş ér (bu şekilin tahsis etmiş ér). Fakat fırıncı, bu ekmekin, aynı malzeme ilen, yassı-yuvarlak da yapabilir édi.
# Bir kapta, 1000,00 ml su var, tiyelim. Su, ısıtılır ése, äniŋ hacim tegişir; kib 1000,02 ml olur. Bu suyuŋ hacimin, “ısı” tahsis etmiş olur (belirlemiş olur).
ALINTI:
# “câiz, vâcib” kelimeleri, “Fıkıh”da biraz farklı anlamlarda kullanılır lär. Munuŋ “Kelâm”dakı (ve bu yazıdakı) anlamlar için, aşagıdakı ISTILAHLAR bölümüye bak.
İstanbul Ağzı Biçimi |
Yalınsıg Cümleli Olarak; İstanbul Ağzı Biçimi |
NÜBÜVVET BAHİSLERİ | PEYGAMBERLİK KONULARI |
Peygamberlerin Varlığını İsbat | Peygamberlerin Varlığını İsbat |
|
|
Ehl-i hakkın büyük çoğunluğu «Allah taâlânın peygamber göndermesi mümkündür, akıl bunu kabul eder» demiştir. | Hak ehlinin büyük çoğunluğu şöyle demiştir; «Allah taâlânın peygamber göndermesi mümkindir, akıl bunu kabul eder». |
Onların bir kısmı da «Hikmetin gereği olarak vâcibdir» demiştir. | Onların bir kısmı da şöyle demiştir; «Hikmetin gereği olarak vâcibdir». |
Sümeniyye ile Berâhime bunun muhal olduğunu ileriye sürmüştür. [1] | Sümeniyye ile Berâhime, bunun muhal olduğunu ileri sürmüştür. [1] |
|
|
[1] «Sümeniyye, Berâhime ve İbâhıyye, peygamber gönderilmesi muhaldir, dediler. | [1] Sümeniyye, Berâhime ve İbâhıyye, «peygamber gönderilmesi muhaldir» dediler. |
Zira peygamber, aklın gerektireceği şeyleri getirip söyleyecekse akıl, bundan müstağnidir. | Şunları da dediler: «Zira peygamber, aklın gerektireceği şeyleri getirip söyleyecekse; akıl, bundan müstağnidir (akıl, buna ihtiyaç duymaz). |
O takdirde peygamberin gönderilmesi faydadan hâfî, abes bir şey olur ki hakîm olan Allah’a yaraşmaz. | O takdirde, peygamberin gönderilmesi; faydadan uzak, abes bir şey olur. Fakat bu, hakîm olan Allah’a yaraşmaz. |
Şayet peygamber aklın benimsemeyeceği şeyleri getirecekse, bu da reddolunmaya mahkûmdur. | Peygamber, aklın benimsemeyeceği şeyleri getirecekse, bu da reddolunmaya mahkûmdur. |
Çünkü herkes kabul etmiştir ki akıl da Allah taâlânın sarsılmaz bir delilidir. | Çünkü akıl da Allah taâlânın sarsılmaz bir delilidir. Bunu herkes kabul etmiştir. |
Onun hüccetleri ise birbirini nakzetmez. | Onun delilleri de birbirini yalanlamaz (birbiriyle çelişmez). |
O halde aklın kabul etmeyeceği şey bâtıldır... | O halde, aklın kabul etmeyeceği şey, bâtıldır...» |
Hulâsa bunlar diyorlar ki kullar bazı emir ve yasaklarla mükelleftir. | Özet olarak, bunlar şöyle diyorlar: «Kullar bazı emir ve yasaklarla yükümlüdür. |
Onların fiilleri güzel (meşru) ve çirkin (gayr-ı meşru) kısımlarına ayrılır. | Onların kılgıları, güzel (meşru) ve çirkin (gayr-ı meşru) kısımlarına ayrılır. |
Güzel fiiller emredilmiş, çirkin fiiller de yasaklanmıştır. | Güzel fiiller emredilmiş (olmalıdır), çirkin fiiller de yasaklanmış (olmalı)dır. |
Fakat iyilikleri sevme ve kötülüklerden nefret etme fıtratıyla yaratılan insanın aklı bunları bilmek için kâfidir, peygamberlerin gönderilmesine lüzum yoktur» (el-İtimâd fî-Mîkad, varak 39a). |
İnsan, iyilikleri sevmek ve kötülüklerden nefret etmek fıtratıyla
yaratılmıştır. İnsan aklı, bunları (iyiyi ve kötüyü) bilmek için
yeterlidir. O halde, peygamberler gönderilmesine, gerek yoktur»
(el-İtimâd fî-Mîkad, varak 39a). |
|
|
Ehl-i hakkın delili şudur: Yüce Allah’tan kullarına ait emir ve yasakların çıkması, akıllarının idrak edemeyeceği dünya ve âhiret saadetine dair hususları onlara bildirmesi muhal değildir; hatta bu, hikmettir, uygun bir şeydir. | Hak ehlinin delili şudur: Yüce Allah’tan kullarına yönelik emir ve yasaklar çıkması, muhal değildir. İnsanların akıllarının idrak edemeyeceği dünya ve âhiret saadetine dair konular vardır. Bunları, insanlara bildirmesi de muhal değildir. Hatta bu, hikmettir, uygun bir şeydir. |
O halde kullarından bir kısmını ya sahîh bir ilham veya apaçık bir vahiy vasıtasıyla söz konusu edilen ilimle mümtaz kılması akıldan uzak değildir. | O halde şu, akıldan uzak değildir; kullarından bir kısmını, gerçek bir ilham veya apaçık bir vahiy vasıtasıyla, söz konusu edilen ilimle seçkin kılması. |
İşte bu mümtaz kişiler Allah’ın emrini başkalarına haber verirler. | İşte bu seçkin kişiler, Allah’ın emrini başkalarına haber verirler. |
Yüce Allah da böyle bir zât için, ilâhî âlemden haber verişinin doğruluğunu gösteren bir delil (alâmet) halk eder ki o da mucizedir. [...] | Yüce Allah da böyle bir kişi için, mucize yaratır. Mucize, ilâhî âlemden, seçkin kişinin haber verişinin doğruluğunu gösteren bir delil (alâmet) olur. [...] |
|
|
Soru: Peygamber aklın gerektirdiği şeyleri getirirse akıl bundan müstağnîdir; eğer onun kabul etmeyeceği şeyleri getirirse bunları muhal görüp reddeder, binâenaleyh peygamber göndermenin bir faydası yoktur? | Soru: Peygamber, aklın gerektirdiği şeyleri getirirse; akıl buna muhtaç değildir. Aklın kabul etmeyeceği şeyleri getirirse; akıl bunları muhal görüp reddeder. Bu yüzden, peygamber göndermenin bir faydası yoktur. (Siz ne dersiniz?) |
Cevap: Peygamber, aklın bilmekten ve idrak etmekten âciz kaldığı şeyleri getirebilir. | Cevap: (Peygamber, sadece, akıl tarafından bulunabilecek şeyleri getirir değildir.) Peygamber, aklın bilmekten ve idrak etmekten âciz kaldığı şeyleri de getirebilir. |
Çünkü akılların vereceği hükümler üç kısma ayrılmıştır: Vâcib, mümteni, caiz. | Çünkü akılların vereceği hükümler, üç kısma ayrılmıştır; vâcib, mümteni, câiz. |
Akıl vâcib ile mümteni hakkında kolayca hüküm verebilirse de caiz hakkında duraklar, ne menfî, ne de müsbet bir hükme varamaz; caiz sahasına giren şeylerden hiç birini ne farz, ne de haram kılabilir. [...] | Akıl, vâcib ile mümteni hakkında, kolayca hüküm verebilir. Fakat câiz hakkında duraklar; olumsuz da olumlu da bir hükme varamaz. Câiz sahasına giren şeyleri, farz da haram da kılamaz. [...] |
Aslında akıl tarafından idraki mümkün olan bir şeyi bile dinin açıklaması caizdir. | Aslında akıl tarafından idraki mümkün olan bir şeyi bile, dinin açıklaması câizdir. |
Bunun gayesi kişiye kolaylık sağlamaktır. | Bunun gayesi, kişiye kolaylık sağlamaktır. |
Çünkü bu nevi şeyleri idrak edebilmek için devamlı tefekküre, aralıksız müşahedeye ve eksiksiz araştırmaya ihtiyaç vardır. | Çünkü bu tür şeyleri idrak edebilmek için, şunlara ihtiyaç vardır; devamlı düşünmek, aralıksız gözlem yapmak, eksiksiz araştırmalar yapmak. |
Öyle ki insan bununla uğraşacak olursa önemli işlerinin çoğu yüzüstü kalır. [...] | İnsan bununla uğraşacak olursa, önemli işlerinin çoğu yüzüstü kalır. [...] |
|
|
İmdi nübüvvette şart olan peygamberin erkek olmasıdır. | İmdi peygamberlikte şart olan özellik, peygamberin erkek olmasıdır. |
Çünkü kadın oluş, bizim mezhebe göre, peygamber olarak gönderilmeye mânidir. | Çünkü kadın oluş, bizim mezhebe göre, peygamber olarak gönderilmeye engeldir. |
Eş’ariyye ise buna muhalif kalmıştır. | Fakat Eş’ariyye, buna muhalif kalmıştır (bizim bu görüşümüze katılmamıştır). |
Görüşümüzün izahına gelince, risâlet hak dine davetle ortaya atılmayı gerektirir, kadın oluş ise örtünmeyi gerektirir, binâenaleyh aralarında tezat vardır. |
Görüşümüzün izahı şudur; peygamberlik, hak dine davetle ortaya
atılmayı gerektirir. Fakat kadın oluş, örtünmeyi gerektirir. Bu
yüzden, aralarında tezat vardır. |
|
|
Peygamber, aklın muhal görmeyeceği şeyler ileriye sürer, dâvâsının doğruluğuna delil (mucize) getirir. | Peygamber, aklın muhal görmeyeceği şeyler ileri sürer. İddialarının doğruluğuna delil (mucize) getirir. |
Zira mucize olmaksızın onun sözünü kabul etmek vâcib değildir. | Çünkü mucize olmaksızın onun sözünü kabul etmek, vâcib değildir. |
Havâricin İbâdıyye kolu buna muhalefet ederek : «Mucize göstermeden önce de peygamberin sözünü kabul etmek vâcibdir» demiştir. | Hâricîler’in İbâdıyye kolu, buna muhalefet ederek şöyle demiştir: «Mucize göstermekten önce de peygamberin sözünü kabul etmek vâcibdir». |
Bu, yanlış bir görüştür. | Bu, yanlış bir görüştür. |
Hak peygamberle yalancı peygamber ancak mucize ile ayırt edilebilir, binâenaleyh mucize olmaksızın onun sözünü benimsemek gerekli değildir. [...] | Hak peygamber ile yalancı peygamber, ancak mucize ile ayırt edilebilir. Bu yüzden, mucize olmaksızın onun sözünü doğru saymak, gerekli değildir. [...] |
|
|
Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüridiyye Akaidi. Tercüme eden: Bekir Topaloğlu. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. |
Yalınsıg Cümleli Olarak; İstanbul Ağzı Biçimi: — Konuk Yazar 2 — |
ALINTI:
İstanbul Ağzı Biçimi |
Yalınsıg Cümleli Olarak; İstanbul Ağzı Biçimi |
İMANIN MAHİYETİ BAZI SEM’İYYÂT BAHİSLERİ | İMANIN MAHİYETİ, BAZI SEM’İYYÂT BAHİSLERİ |
Günah İşleyenlerin Durumu | [İman Açısından] Günah İşleyenlerin Durumu |
Ehl-i sünnet (Allah zaferlerini dâim kılsın) şöyle dedi: Küfürden başka büyük günah işleyen kimse (mürtekib-i kebîre) ne kâfir, ne de münafık olur böylesi imandan çıkmaz. |
Ehl-i Sünnet (Allah zaferlerini sürekli kılsın) şöyle dedi: Küfürden
başka, büyük günah işleyen kimse (mürtekib-i kebîre), kâfir de münafık
da olmaz. Böyle kişi, imandan çıkmaz. # Kelâm İlmi terimi olarak “küfür”: İslam Dini’ne girmeyi reddetmek veya İslam Dini’nden çıkmak. |
Şayet tevbe etmeden ölürse, Allah taâlâ, ya bir şefaatçinin şefaati sayesinde veya kendi lûtf-u keremiyle onu affeder, yahut da işlediği suç miktarınca cezalandırıldıktan sonra mutlaka cennete koyar. | Tevbe etmeden ölürse; Yüce Allah, ya bir şefaatçinin şefaati sayesinde onu affeder veya kendi yüksek cömertliğiyle onu affeder. Ya da işlediği suç miktarınca cezalandırılır, sonra mutlaka onu cennete koyar. |
Büyük günah işleyen kimse Havarice göre kâfirdir, Mu’tezileye göre ise imandan çıkar, fakat küfre girmez; tevbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak cehennemde kalır. | Büyük günah işleyen kimse, Havaric’e [/Hariciler’e] göre “kâfirdir”. Mu’tezile’ye göre şöyledir; “imandan çıkar, fakat küfre girmez; tevbe etmeden ölürse, ebedî olarak cehennemde kalır.” [...] |
Mürcieye gelince, onlar, «Küfür halinde sevabın bir fâidesi dokunmadığı gibi imanın mevcudiyeti halinde de işlenen günahın zararı olmaz» dediler. | Mürcie’ye gelince, onlar, şöyle dediler; «Küfür halinde, sevabın bir faydası dokunmaz; imanın varlığı halinde de işlenen günahın zararı olmaz». |
İsâbetli olan Ehl-i sünnetin görüşüdür. | İsâbetli olan, Ehl-i Sünnet’in görüşüdür. |
Çünkü Cenâb-ı Hak, «Ey iman edenler, samimi bir tevbe ile Allah’a dönün» [3] buyurarak günah işledikleri halde kişilere iman kelimesiyle hitâbetmiştir. | Çünkü Cenâb-ı Hak, şöyle buyurarak günah işlemiş kişilere, iman kelimesiyle hitâb etmiştir; «Ey iman edenler, samimi bir tevbe ile Allah’a dönün». [3] |
[3] et-Tahrim, 66/8. | [3] et-Tahrim, 66/8. |
Bu hususta başka âyetler de mevcuddur. [4] [...] | Bu hususta başka âyetler de vardır. [4] [...] |
[4] el-İ’timât da şöyle denilmektedir (varak 86a): «Sahih olan biz Ehil sünnetin söylediğidir. [...]» | [4] el-İ’timât da şöyle denilmektedir (varak 86a): «Sahih olan, biz Ehl-i Sünnet’in söylediğidir. [...]» |
|
|
[...] Bahis mevzuu edilen mürtekib-i kebîre meselesi üzerine diğer bazı konular istinad ettirilir: [14] | [...] Söz konusu “mürtekib-i kebîre” meselesi üzerine, diğer bazı konular dayandırılır: [14] |
[14] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 165. | [14] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 165. |
A) Birincisi: Şefaat meselesidir. |
A) Birincisi: Şefaat meselesidir. # “Şefaat”: Bir kişinin affedilmesini, başka bir kişinin Allah’tan dilemesi ve böylece affın gerçekleşebilmesi kavramı. |
Şefaat bize göre vardır, Mu’tezile ise muhalif kalmıştır. | Şefaat, bize göre vardır. Fakat Mu’tezile, buna muhalif kalmıştır. |
Bunun izahına gelince, biz Ehl-i sünnet, Allah taâlânın, vâsıta olmaksızın affetmesini mümkün gördüğümüze göre peygamberlerin ve hayırlı kulların şefaati ile affetmesi ise evleviyetle mümkündür. | Bunun izahına gelelim: Biz Ehl-i Sünnet, vâsıta [/şefaat eden] olmaksızın, Yüce Allah’ın affetmesini, mümkün görürüz. Öyleyse, peygamberlerin ve hayırlı kulların şefaati ile affetmesi, daha çok mümkündür. |
Mu’tezileye göre af mümkün olmadığından şefaatin de bir faidesi yoktur. | Mu’tezileye göre; (tevbe etmeden ölürse) af mümkün olmadığından, şefaatin de faydası yoktur. |
Bu mevzu’daki delilimiz şu âyet-i kerîmelerden müteşekkildir: «Artık onları bağışla, günahlarının yarlıganmasını iste» [15] «Hem kendinin, hem erkek mü’minlerle kadın mü’minlerin günahının yarlıganmasını dile». [16] | Bu konudaki delilimiz şu âyet-i kerîmelerden oluşur: «Artık onları bağışla, [onların] günahlarının yarlıganmasını iste» [15] «Hem kendinin, hem erkek mü’minlerle kadın mü’minlerin günahının yarlıganmasını dile». [16] |
[15] Âl-ilmrân, 3/159. [16] Muhammed, 47/19. | [15] Âl-ilmrân, 3/159. [16] Muhammed, 47/19. |
Bu ilâhi ifadeler şefaati emretmektedir. [...] | Bu ilâhi ifadeler, şefaati emretmektedir. [...] |
B) İkincisi: Küfür ile şirkin affedilmesi meselesi, aklen caiz midir değil midir? | B) İkincisi: Küfür ve şirkin affedilmesi meselesi; aklen caiz midir, değil midir? |
Âlimlerimiz (Allah kendilerinden râzî olsun) bunun (aklen bile olsa) caiz olmadığını söylemişler. | Âlimlerimiz (Allah kendilerinden razı olsun) “bu, (aklen bile olsa) caiz değildir” diye söylemişler. |
Eş’ariyye ise «caizdir» hükmünü vermiştir. Yine onlara göre mü’minlerin cehenneme, kâfirlerin de cennete konulup ebedî bırakılmaları (aklen) mümkündür. Hatta bu, abes de sayılmaz; şu kadar var ki nass bunun vuku bulmayacağını haber vermiştir. | Fakat Eş’ariyye, «caizdir» hükmünü vermiştir. Yine onlara göre şöyledir; “mü’minlerin cehenneme, kâfirlerin de cennete koyulup ebedî bırakılmaları, (aklen) mümkündür. Hatta bu, abes de sayılmaz. Yine de nass, bunun olmayacağını haber vermiştir.” [Yani; “nass’ın bildirdiğini, doğru kabul ederiz” demişlerdir.] |
Bize göre ise caiz değildir. | Fakat bize göre, caiz değildir. [Mü’minlerin cehenneme, kâfirlerin cennete koyulup ebedî bırakılmaları, bize göre, caiz değildir; yani aklen de mümkün değildir.] |
Bu telâkkilerin içinde isabetli olan bizim ileriye sürdüğümüz görüştür. | Bu görüşlerin içinde, isabetli olan, bizim ileriye sürdüğümüz görüştür. |
Çünkü hikmet, iyilik yapan ile kötülük işleyen kimseyi birbirinden farklı muamelelere tâbi tutmayı gerektirir. | Çünkü iyilik yapan kişi ile kötülük yapan kişiye, birbirinden farklı karşılıklar vermeyi, hikmet gerektirir. |
Nitekim Cenâb-ı Hak, «İyiliğin mükâfatı iyilikten başka bir şey midir?» [20] ve yine «Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür» [21] buyurmuştur. [...] | Nitekim Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmuştur; «İyiliğin mükâfatı, iyilikten başka bir şey midir?». [20]. Ve «Kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülüktür.». [21] [...] |
[20] er-Rahmân, 55/60. [21] eş-Şûrâ, 42/40. | [20] er-Rahmân, 55/60. [21] eş-Şûrâ, 42/40. |
Mâtürîdî âlimlerine göre küfür ile diğer günahlar arasındaki fark şudur: Küfür son noktasında bir suçtur, onun suç sayılmamasına ve yasaklığının kalkmasına hiç bir ihtimal yoktur. | Mâtürîdî âlimlerine göre, küfür ile diğer günahlar arasındaki fark şudur: Küfür son noktasında bir suçtur; onun suç sayılmamasına ve yasaklığının kalkmasına, hiç bir ihtimal yoktur. |
Şu da var ki kâfir kendi küfrünün hak ve gerçek olduğuna inanır, bu sebeple de onun için bir bağışlama ve yarlıganma talebinde bulunmaz. | Ayrıca, kâfir, kendi küfrünün hak ve gerçek olduğuna inanır. Bu yüzden, bir bağışlanma ve yarlıganma talebinde bulunmaz. |
O halde böylesini affetmek hikmete uygun değildir. | O halde, böylesini affetmek, hikmete uygun değildir. |
Hem küfür, diğer günahların aksine, devamlı bir inanıştır, binâenaleyh devamlı bir cezayı gerektiricidir. [24] | Hem küfür, diğer günahların aksine, devamlı bir inanıştır. Bu yüzden, [ahirette] devamlı bir cezayı gerektiricidir. [24] |
[24] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 165-166. | [24] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 165-166. |
C) Üçüncüsü: Zulüm, hikmetsizlik ve yalan yüce Allah’ın kudret sahasına dâhil midir, değil midir? | C) Üçüncüsü: “Zulüm, hikmetsizlik, yalan”, yüce Allah’ın kudret sahasına dâhil midir, değil midir? |
Bize göre bunlar muhal şeylerdir. | Bize göre, bunlar muhal [/olmaz] şeylerdir. [Çünkü Allah, zulüm ve hikmetsizlik yapmaz, yalan söylemez.] |
Allah taâlâyı bunlara muktedir olmakla vasıflandırmak mümkün değildir, Mu’tezile bu görüşe muhalefet ederek «muktedirdir, fakat yapmaz» demiştir. | Yüce Allah’ı, bunlara muktedir olmakla vasıflandırmak, mümkün değildir. Mu’tezile, bu görüşe muhalefet ederek şöyle demiştir; «muktedirdir, fakat yapmaz». |
Gerçekte onların iddiası yanlıştır, çünkü Allah’ın kudreti dâhilinde olan bir şeyle daima vasıflanması caizdir, hâlbuki yukarıda zikredilen mefhumlarla vasıflanması mümkün değildir. | Gerçekte onların iddiası yanlıştır. Çünkü kudreti dâhilinde olan bir şeyle, Allah’ın daima vasıflanması caizdir [örneğin “adil” ise, sürekli olarak adil olması, akla uygundur]. Fakat yukarıda zikredilen mefhumlarla vasıflanması, mümkün değildir [örneğin “zalim” olsa, sürekli zalim olması da mümkündür fakat zalim değildir]. |
Bir de şu var ki bahis konusu edilen husus Allah taâlâ için caiz olsaydı adl sıfatının ya varlığı veya yokluğu halinde caiz olacaktı. | Ayrıca, söz konusu edilen husus [zulüm, hikmetsizlik, yalan], Yüce Allah için caiz olsaydı; “adl [/adalet /adillik] sıfatının ya varlığı ya yokluğu halinde caiz olacaktı. |
Birinci şıkkı kabul etmeye imkân yoktur, çünkü iki zıddın (adl ile zulmün) içtimâı hâsıl olur. | Birinci şıkkı kabul etmeye imkân yoktur. Çünkü iki zıddın (adl ile zulmün) bir arada olması durumu doğar. [Adil olan Allah, zulüm yapsaydı; çelişki doğardı. Çünkü “adalet” ile “zulüm” çelişir.] |
İkinci şık da mümkün değildir. Zira, adl yüce Allah hakkında vâcib bir sıfat olup yokluğu muhaldir. [25] [...] | İkinci şık da mümkün değildir. Çünkü “adl”, yüce Allah hakkında, vâcib bir sıfattır; [adilliğinin] yokluğu muhaldir [/mümkün olmayan bir şeydir]. [25] [...] |
[25] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 166. | [25] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 166. |
|
|
Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüridiyye Akaidi. Tercüme eden: Bekir Topaloğlu. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. |
Yalınsıg Cümleli Olarak; İstanbul Ağzı Biçimi: — Konuk Yazar 2 — |
ALINTI - “KELÂM İLMİ”DE BİRKAÇ TERİM
# “Konuk Yazar 2”yiŋ Not: “Maturidiyye Akaidi - Bekir Topaloğlu” kitabıdan buraya sadece, alıntılarda keçen kimi ıstılahların aldı män.
ISTILAHLAR
ARAZ: Var oluşu, ancak kendisini taşıyan başka bir varlıkla hissedilebilen, kendi başına boşlukta yer tutamayan şey.
ARŞ: Çardak, çatı. Taht. Mülk, saltanat. Bütün cisimlerden büyük olan ve bazılarına göre cisim olarak tasavvur edilebilen şey. («İnsanlar Allah’ın Arş’ını sadece ismiyle bilirler, hakikatini idrak edemezler. Allah’ın Arşı avamın tahayyül ettiği gibi olamaz» Mufredât-ı Râğıb).
AYN: Kendi başına boşlukta yer tutan ve arazlara konu teşkil eden (arazları taşıyan) şey.
BÂTIL: Boş, yanlış, çürük, devamsız. Zatında sebat ve hakikat bulunmayan. Temelden bozuk. HAKK’ın zıddı.
CÂİZ: Olması, bulunması düşünülebilen. (125b) Olmaması zorunlu olmayan. Olması da olmaması da eşit olan. bk. Mümkin
CEVHER: Boşlukta bizzat yer tutan ve varlığını bizzat hissettiren şey. Asıl, madde. Mukabili: ARAZ
CİSİM: İki veya daha fazla cevherden meydana gelen şey. (109b) Üç boyutu olan şey. (Mutezileye göre).
HADES, HUDÛS: Yaratılmış olmak. Yokken sonradan var olmak (Zamanî hudûs). Varlığı kendinden olmamak. Var olmak için başkasına muhtaç olmak (Zatî hudûs). (109b, 116a) Zıddı: KIDEM
HİKMET: İşin ve sözün en güzeli, en sağlamı. Neticesi iyi ve güzel olan iş (Mâtürîdîler’e göre). Bilerek ve düşünerek yapılan iş (Eş’arîler’e göre). Failine veya başkasına faydalı olan şey (Mu’tezile’ye göre). Her şeyi yerli yerine koymak, en uygun şekilde yapmak. Zıddı: SEFEH.
Konuk Yazar 2’yiŋ not: Kaynak’ta şöyle ér:
... (Mu’tezile’ye göre). Zıddı: SEFEH. Her şeyi yerli yerine koymak, en uygun şekilde yapmak.
HUDÛS: bk. Hades
HÜCCET: Delil.
MUCİZE: Kimsenin güç yetiremediği tabiatüstü hâdise. Peygamber olduğunu söyleyen kimsenin gösterdiği ve herkesi âciz bırakan, tabiat kanunlarına aykırı hâdise (119a). Hak peygamberin gösterdiği tabiatüstü hâdise.
MUHAL, MÜMTENİ: Olabilmesi, bulunabilmesi düşünülemeyen (125a). Vâcib de caiz (mümkin) de olmayan.
MÜMKİN: Var olması da yok olması da düşünülebilen. Var olması da yok olması da zorunlu olmayan, bk. Caiz
MÜMTENİ: bk. Muhal.
RASÛL, NEBÎ: Elçi, haberci. Peygamber. Allah tarafından kendisine vahiy gelen kimse. Allah’ın emirlerini insanlara bildirmekle vazifelendirilmiş insan.
SÛRET: Varlıkların hissedilen veya tasavvur edilen şekli. Bir şeyi diğerlerinden ayıran, onu hissetmeye veya düşünmeye yarayan, kendisine has şekil özelliği.
VÂCİB: Zorunlu, gerekli. Olması, bulunması zorunlu olan. Yok olması düşünülemeyen.
– – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –
BÂTINİYYE: Hakka mensubiyet iddia eden, fakat İslâm müelliflerince İslâm dışı kabul edilen fırka. Nasların zahirî ve bâtınî mânâları bulunduğunu, zahirin kabuk teşkil ederek asıl maksûd olan mânânın bâtın olduğunu söylerler. Bâtınî mânâları ancak kendilerince kabul edilen Masûm imamlar bilir. Çeşitli İslâm memleketlerinde değişik adlar almışlardır. Bâtıniyye’nin, aslında Allah’ı ve mukaddesatı inkâr ettikleri, nefsin arzu ettiği şeyleri mubah gördükleri kabul edilir.
BERÂHİME: Brahmanlar. İslâm müelliflerine göre bu Hind telâkkisinde kâinatın hudûsu ve Allah’ın birliği kabul edilmekle beraber nübüvvet inkâr edilir. Bu sebeple de tenkide tâbi tutulur. (Asıl Brahmanizm’de nübüvvetin inkâr edilmediği ileri sürülmektedir, bk. İslâm Ans. BRAHMANLAR).
EŞ’ARİYYE: Ehl-i sünnetin büyük Akaid mezheplerinden biri. Ebû’l-Hasan el-Eş’arîye (ölm. 324/936) mensûb olanlar. Eş’âri, Akaid meselelerinde Mu’tezileden ayrılarak Selefe yaklaşmış, fakat bu sahada «kelâm» metodunu benimsemiştir. Mu’tezileyi başarılı bir şekilde tenkid ederek Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının kurucularından olmuştur.
HAVÂRİC: Meşru devlet reislerine isyan edenlere verilen umûmî addır. İslâm tarihinde ilkin tefrika çıkaran, Hz. Ali’nin ordusundan baş çekip ayrılan Havâric’dir. Müellifin maksudu da bunlar ve bilâhare ayrıldıkları çeşitli kollardır. Havâric, Hz. Osman ile Hz. Alî’yi, Cemel vakasına katılan ashabı, hakem hâdisesine rızâ gösterenleri ittifakla tekfir ederler. Günah işleyeni tekfir etmek ve gayr-ı âdil devlet reisine karşı çıkmanın vücûbuna da çoğunlukla hükmederler. Birçok kollara ayrılırlar.
İBÂHIYYE: Kulların, kötülüklerden kaçınmaya ve emrolunanları yapmaya kudreti olmadığını söyleyen, kadın ve servet ortaklığını benimseyen ve tasavvuf perdesi altında gizlenen zümre. Başta Hasan Sabbâh (Ölm. 518/1124) olmak üzere Bâtıniyye müntesibleri bunlardandır, bk. Bâtıniyye, Mukannaiyye
KERRÂMİYYE: Muhammed b. Kerrâm’a (ölm. 255, 869) tâbi olanlar. Allah’a cisim ve mekân izafe ederler. Onun hâdislere mahal teşkil ettiğini kabul ederler. Kalbin tasdiki olmaksızın bile imanın sahîh olabileceğini savunurlar.
MUATTILA «Kıdem» mefhûmunu sadece zât-ı Bârî-ye tahsis etmek ve Allah’ın birliğini (tevhîdi) tam manâsıyla isbat etmek gerekçesiyle Cenâb-ı Hakkı sıfatlardan tenzîh edenler. Ma’bed el-Cuhenî (ölm. 80/699) ile Cehm b. Safvân (ölm. 128/745) başta olmak üzere Mu’tezile, hatta İslâm filozofları muattıladan sayılır. Ancak filozoflar «felâsife» adı altında tenkîde tâbi tutulmuştur.
MUKANNAİYYE: Horasan’lı Mukanna’a (ölm. 163/780) bağlı olanlar. Mâverâunnehir taraflarında faaliyet göstermiş, sapık Bâtıniyye ve Müşebbihe akidelerine sahip, aslında gayr-ı İslâmî bir fırka, Mukanna haram ve farz tanımıyordu. Tanrılık iddiasında bulunmuştur.
MU’TEZİLE: Hasan-i Basrînin (ölm. 110/728) tilmizlerinden Vasıl b. Atâ’nın (ölm. 131/748) hocasını terk ederek (i’tizâl) kurduğu Akaid mezhebine mensûb olanlar. Kaderiyye diye de anılırlar. Akaid sahasındaki görüşleri beş esasta (usûl-i hamse) toplanır:
1) Menzile beyne’l-menzileteyn (Büyük günah işleyen kimsenin dünyada iman ile küfür arasında bir yerde bulunduğu);
2) Tevhîd («Kadîm», Allah taâlânın zâtına nisbet edilen en önemli sıfat olup ondan başka müstakil ve kadîm mânâlar (sıfatlar) ona nisbet edilemez.) Mu’tezile böylece tam manâsıyla bir tevhîd sağladıklarını kabul ederler. Fakat bunun yanında İlâhî sıfatların mühim bir kısmını (maânî sıfatlarını) inkâr etmiş olurlar;
3) Adl (kul, kendi fiillerini kendine ait müstakil İrâde ile yapar, Allah’ın bunda bir dahli yoktur. Aksi takdirde Cenâb-ı Hakkın insanları cezalandırması zulüm olurdu);
4) Va’d ve vaîd (Mû’minin mükâfatlandırılması (va’d), fâsıkın da cezalandırılması (vaîd) Allah’a vâcibdir);
5) Emir bil-ma’rûf nehy ani’l münker (iyilik ve kötülük akıl yoluyla sabit olur. İyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmak vâcibdir). Ehl-i sünnet kelâmcılarının en çok tenkîde tâbî tuttuğu bir fırkadır.
MÜRCİE: Günahkâr mü’minin azab olunmayacağını umanlar veya ona ait bir hüküm vermeyip bunu âhirete tehir edenler. Mutezileden sonra zuhur etmiştir. Günahkâr mü’minin (fâsık) îman-ı kâmil sahibi bulunduğunu savunurlar. Ameli imandan cüz kabul etmeyen Ehl-i sünnet kelâmcıları muhalifleri tarafından Mürcieden addedilmiştir. Asıl Mürcienin bir kısmı Kaderiyyeden, bir kısmı Cebriyyedendir.
MÜŞEBBİHE: Halik’ı mahlûka veya mahlûku Halik’a benzetenler. Muattıla’nın zıddı olarak Allah taâlâya sıfat izâfe ederken aşırı gidip teşbihe düşenler. Zât-ı İlahiyyeyi bile diğer zatlara teşbih edenler vardır. Bir kısmı Şîa’dan olmak üzere bazı kolları mevcuddur. Mukannaıyye bunlardandır.
NECCÂRİYYE: Hüseyn b. Muhammed en-Neccâr’a (ölm. 230/844) bağlı olanlar. Ef’âl-i ıbâd, va’d ve vaîd mevzuunda Ehli sünnete, sıfât-ı maânîyi ve ru’yetullahı inkâr, halku’l-Kur’an’a kaail olma mevzularında da Mutezile’ye uymuşlardır.
SÜMENÎYYE: Kâinatın kıdemine ve tenâsühe inanan, beş duyudan başka bilgi kabul etmeyen bir putperest inanışına bağlananlar.
# Tercüme’deki dip notların ve “ISTILAHLAR” bölümüyün, tercüme eten Bekir Topaloğlu eklemiş ér.
“Konuk Yazar 2”yiŋ Notlar:
“Allah’a cisim izafe edenler”: Örneğin “Allah’ın eni, boyu, yüksekliği vardır” diyenler.
“Allah’a mekân izafe edenler”: Örneğin “Allah, gökteki tahtına oturur” diyenler.
“Ameli imandan cüz kabul etmeyenler”: Örneğin “Eylem ile iman, başka şeylerdir. İmanlı kişi, büyük günah işlese bile, imansız kalmaz; sadece günahkâr olur” diyenler. Veya “Ameller (eylemler), imanı artırmaz veya eksiltmez. Ameller sadece, günahları veya sevapları artırır” diyenler.
“Halik’ı mahlûka veya mahlûku Halik’a benzetenler”: Örneğin “Yaratıcı’nın şekli, insan şekline benzer” veya “İnsan, Yaratıcı’ya benzer” diyenler. [Baştaki “H”, aslında خ (kh)’dır.]
“Halku’l-Kur’an”: “Kur’an; «yaratılmış» mıdır, yoksa ezelî midir?” konusu. Çok tartışılmış konulardan biridir. [Baştaki “H”, aslında خ (kh)’dır.] • «Allah, ezelîdir. Allah’ın “kelam (söylemeg)” sıfatı da ezelîdir. Kur’an, Allah’ın “kelam (söylemeg)” sıfatının sonucudur. O halde, Kur’an, ezelîdir.» gibi. • «Allah’ın “tekvin (yaratmag)” sıfatı da ezelîdir. Yaratılmış şeyler, Allah’ın “tekvin (yaratmag)” sıfatının sonucudur. Fakat yaratılmış şeyler, ezelî değildir. O halde, ezelî sıfattan kaynaklanan her şey, ezelî olur diye bir şey yoktur. Ezelî olmayan şeylerden de söz eden Kur’an, ezelî değildir.» gibi. • «Henüz yaratılmamış olan bir şey hakkındaki bir sözün, ezelî olması mümkündür. Çünkü Allah, yaratacağı şeyleri, ezelden beri bilir.» gibi.
“Kâinatın kıdemine inananlar”: “Kâinat (Evren), ezelden beri vardır” diyenler.
“Ru’yetullahı inkâr edenler”: Örneğin “Allah, hiçbir zaman hiçbir yerde; insanlar tarafından görülemez” diyenler.
“Tenâsühe inananlar”: “İnsan ölünce, ruhu, bir bitkiye veya bir hayvana veya bir insana geçer” diyenler.
“Hadîs”: Hz Muhammed’in sözleri ve davranışları [“i” uzun].
“Hâdis”: Sonradan var olan, ezelî olmayan [“a” uzun].
# Kib “ıslak sünger” olgusuda; “sünger” ayn ér, “ıslaklık” araz ér. Kib “berrak su” olgusuda; “su” ayn ér, “berraklık” araz ér.
# Ol kitabıŋ PDF biçimiden yararlandı män. Äniŋ kâğıta basılı biçim ile ufak tefek yazım farkları olabilir.
# “Mantıklı tüşünmek” yöntemi, “felsefe” ile “Kelâm İlmi”de ortak özellik ér. Fakat felsefe ile Kelâm İlmi, farklı şeyler ér. Felsefe için tek tayanak veya birincil tayanak, “akıl” ér. Kelâm İlmi için tek tayanak veya birincil tayanak, “vahiy” ér (Hz Muhammed’den ögrenilmiş şeyler ér). Kelâm İlmi’de akıl, “vahiy”in anlamak ve savunmak için araç ér.
# “Tanrı var mı?” kibi bazı konular; “felsefe, Kelâm İlmi, deizm” kibi farklı alanlardakı ortak konulardan ér.
# Herhängi bir konuda; farklı filozoflar arasıda, farklı körüşler var olabilir. Herhängi bir konuda; farklı kelâmcılar arasıda da farklı körüşler var olabilir.
# “Kelâm İlmi” ve “Maturidilik” konularıda, uzman biri tügül män. Yani benceg yapılmış açıklamaglarda ve notlarda, hatalar var olabilir. Dikkatli oku ve çeşitli kaynaklardan araştır.
# Bu yazıdan, şöyle veya böyle etkilenmek veya etkilenmemek, okuyucularıŋ sorumlulukta ér.
— Konuk Yazar 2 —
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder